10 Ekim 2010 Pazar

Modern olmanın Gaussian dağılımı....

Geçenlerde birbirinden farklı toplumların gaussian dağılımı kullanarak aslında ne kadar da benzer olduklarını fark ettim. Örneğin aşağıda Türkiye'nin gaussian dağılımı olsun. Tabi ki bir toplum bu kadar düzgün ve tek bir gaussian ile ifade edilemez ama kolaylık açısından öyle farz edelim. Sağ tarafa gidildikçe daha geleneksel, sol tarafa doğru ise daha modern insanlar olduğunu varsayalım. İnsanları tek tip olarak bu şekilde etiketlemeyi her ne kadar sevmesem ve doğru bulmasam da olayın kolay anlaşılması açısından bu şekilde düşününce herkes ne demek istediğimi daha rahat anlar. Bu etiketler yerine muhafazakar laik gibi daha kaba etiketler de düşünebilirsiniz.. Mavi olan kısım Türkiye'de daha laik-modern diye tabir edilen kesimin mean'i (ortalama) iken, kahverengi kısım da daha muhafazakar insanların mean'i olarak kabul edilsin.

Bu iki çizgi (mavi ve kırmızı) kendi etraflarında ayrı birer gaussian'ın mean'i olabilirler ve bunların birleşimi de Türkiye dağılımı olarak kabaca ortaya çıkar.
Biraz daha açarsak, örneğin Suudi Arabistan'a baktığımızda aşağıdaki gibi bir tabloyla karşılaşırız. İstanbul'da etek ve bluzla gezen bir hanım Türkiye'nin mean'ine daha yakınken, Suudi Arabistan için çok uç noktada kalıyor. Hatta türbanlı ve kot giymiş bir hanım bile Suudi Arabistan'ın mean'inden daha solda kalıyor.
Bir de buna İtalya'yı ekleyelim. Sonuç olarak elimizde 3 farklı ülkenin birbirine pek de yabancı olmayan 3 tane gaussian dağılımı var. Ülkelerin, hatta ülkelerin içindeki, en moderninden en gelenekseline kadar, daha küçük dağılımların hepsi birbirine çok benziyor.
Peki bu kadar benzerlik varken nasıl oluyor da insanlar arasında bu kadar çatışma çıkabiliyor. Bunun nedeni de çok basit. Bu dağılımlar o kadar benzer ki, her dağılım yine aynı şekilde hareket ediyor. Örneğin Türkiye'deki muhafazakar kesim genel olarak laiklerin yaşam tarzını beğenmez, çünkü onların yaşam tarzı kendilerinin mean'ine çok uzaktır. Aynı şekilde laikler de muhafazakar kesimi daha gerici ve küçük görür çünkü bu sefer de muhafazakarlar, laiklerin yaşam biçiminin mean'ine çok uzaktır ve mean'in sağ tarafında kalmaktadır.

Asıl can alıcı nokta bundan sonra başlıyor. Kendini çok modern gören Türkiye laikleri aslında kendi mean'lerinden daha sola kayan bir yaşam biçimiyle karşılaşınca muhafazakarların verdiği tepkiden pek de farklı bir tepki vermiyorlar. Örneğin bugün İzmir'de nudistliğin serbest bırakıldığını düşünün. İnsanlar sokakta istedikleri gibi çıplak dolaşabilecekler. Bunun üzerine İzmir'deki laiklerin özellikle "ahlaksızlık" temalı tepkileri ile muhafazakarların laikler için verdiği aynı temalı tepki ne kadar da birbirine benziyor değil mi?

Nudistlik çok uç bir örnek diye düşünenler varsa eğer, nudistlik yerine evlilik öncesi cinsel ilişkiyi koysun oraya. İtalya'da Türkiye'deki kadar pek de önemli olmadığını düşündüğüm bu olay İtalya'nın mean'ine daha yakınken, Türkiye'de laiklerin mean'ine bile uzak kalıyor. Nudistler için verilecek tepkilerin aynı tema altında bir çoğu yine bu eylem için de veriliyor.

Toparlarsak eğer, kendini bir "alt" kesimden daha üstün ve modern gören insanlar aslında bir "üst" kesime yine şüpheyle yaklaşarak "alt" kesimin düşünce yapısından farklı bir tepki ortaya koymuyorlar.

Sonuç olarak bir insanın modernliği, hangi mean'e daha yakın olduğu değil, mean'ine ne kadar uzaklığa kadar saygı ve tolerans gösterebildiği ölçüdedir.

Scrap Note: Gaussian eğrisini tolerans eğrisi olarak alıp tolerans ölçütünü de varyans olarak alırsak daha uygun olabilir.

4 Haziran 2009 Perşembe

Battlestar Galactica

10 aylık bir aradan sonra ilham perimin bir anda gelmesi sayesinde bloguma devam edebiliyorum. Bu yazım yakın zamanda biten Battlestar Galactica dizisi hakkında. Yazı boyunca spoiler vermeyeceğim, rahat rahat okuyabilirsiniz.

Öncelikle bu dizinin aslında 1978 yapımı aynı adlı dizinin yeniden yapımı (re-make) olduğunu söyleyeyim. O zamanki versiyonu hakkında çok şey bilmiyorum, sadece bilimkurgu tarihi içinde yerini ve kendine özel fanlarını bulmuş diyebilirim.

Yeni versiyonuna geçelim. Dizinin hangi zamanda geçtiği bilinmiyor. İnsanlar 12 koloni adı verilen 12 gezegende yaşıyor. Saylon adlı robotlar ilk başta insanlara hizmet için yaratılmış, daha sonra ise insanlara başkaldırarak onlarla savaşa girmiş. Savaşın üzerinden 40 sene geçmiş ve ortalıkta gözükmeyen saylonlar tekrar saldırıyor. Yalnız bu sefer insan kılığında saylonlar var. Battlestar Galactica ise önceki savaşta bir çok zafer kazanan bir savaş gemisi, aynı şekilde şimdiki savaşta da bir çok olay bu gemide geçiyor. Gerisi biraz spoiler olacak o yüzden konuya değil içeriğe geçiyorum.

Bilimkurgu olmasından dolayı bir çok insan sadece bol uzay gemisi savaş sahneli bir dizi bekliyor. Ancak dizide bundan çok daha fazlası var. Her bölüm aslında şu andaki dünyamızın toplumsal sorunlarını iredeliyor. Öyle ki dizi bittikten sonra dizinin bazı oyuncuları Birleşmiş Milletler tarafından soykırım konulu bir konferansa konuşmacı olarak çağrılmış. Dizinin içeriğinin ne kadar derin olduğu buradan da anlaşılıyor. Sıkmamak adına karakterlerle ilgili yorum yapmayacağım, izleyince öğreneceksiniz zaten.


Dizinin sonu şu ana kadar izlediğim en iyi finallerden biri. Hatta belki en iyisi bile diyebilirim. Zaten diziyi en başta izlemeye final bölümünün çok iyi olduğunu bir çok yerden duyduktan sonra başladım. Sezon finalleri de aynı şekilde çok tatmin edici. 4 sezondan oluştuğu için uzatma amacıyla yapıldığı belli olan bölümlerin sayısı bir kaç tane ile sınırlı. O bölümerde bile az önce anlattığım içerik olayı aynı kalitede var, sadece işleniş olarak izleyenleri biraz sıkıyor.

Bilimkurgudan çok daha fazlasını sunan bu diziyi herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. İlk bir kaç bölümü izledikten sonra ne kadar şahane bir dizi olduğunu siz de anlayacaksınız.

4 Eylül 2008 Perşembe

Can Sıkıntısından Dolayı Yapılabilecek On Gereksiz Aktivite

Daha önceki yazımda sürpriz bir insan hakkında yazacağımdan bahsetmiştim ama aslında o zaman aklımda biri yoktu. Şimdi de aklıma biri gelmiyor, o bakımdan hepinizden özür dileyerek o yazıyı süresiz olarak rafa kaldırmak istiyorum. İlham geldiğinde inşallah gerçekten sürpiz yapacağım.

Şu yaz gününde, hem de Ramazan'da, bilgisayar, televizyon ve kitaptan bıkmış insanlar için can sıkıntısını geçire(meye)cek 10 gereksiz aktiviteyi sizler için araştırdım ve yazıyorum:

1-Evin içinde amaçsızca dolaşarak her gördüğünüz objeyi karıştırmak. Örneğin çekmeceleri açmak, vazoların içine bakmak, dolapları karıştırmak.

2- İskambil kağıtlarıyla fal bakmak veya kale yapmak. Yapılan kaleyi üflemek suretiyle yıkarak o kadar uğraşın nasıl kısa bir sürede gittiğinin bilincine varmak ve mantı yaptıktan sonra mantının yenilişini izleyen anneyle kendini özdeşleştirmek.

3- Kapı ve pencereleri çeşitli pozisyonlarda deneyerek cereyanın hangi pozisyonlarda ne kadar şiddette olduğunu ölçmek.

4- Herhangi eski bir şeyi karıştırmak. Bu bir fotoğraf albümü olabilir yada eski bir anı defteri. O zaman ne kadar salak göründüğünü düşünmek, 10 yıl sonra şimdiki halinin de salak geleceğini düşünerek depresyona girmek. Anı defterinde yazılanların şimdiki zamanla ne kadar alakasız olduğuna bakarak eskiyi özlemek.

5- Annenin yemek tariflerini karıştırarak kolay olan şeyleri denemek. Bu esnada mutfağı mahvetmek ve toplamak.

6- Cep telefonuyla arkadaşına gereksiz bir geyik mesaj atmak ve aynı geyiklikte cevap beklemek. Arkadaşının senin gibi boş olmadığından dolayı işleri olduğundan uzun bir süreden sonra cevap gelmeyince umudu kesmek.

7- Durduk yerde kardeşine sataşmak, onu sinir etmek. Biraz daha abartıp kavga etmek, stres atmak.

8- Evin koridorunda koşturmak. Tam koridor bitiminde kendini frenleyerek halıyı ileri yada geri ötelemek. Daha sonra halıyı eski yerine getirmek için aynı şeyi yapmak.

9- Çalışma masanı düzenlemek amacıyla üstündeki her şeyi yere indirmek. Yüz yıllık yalnızlık misali tozları silmek için biri kuru biri nemli olmak üzere iki bez almak. Daha sonra aynı işlemi kitaplar üzerinde de uygulamak. Biriken gereksiz kağıt ve çöpleri temizlemek. Daha sonra kitapları eski yerlerine koyarak düzenli bir çalışma masasına sahip olmak. 3 gün sonra aynı işlemin tekrar gerekeceğini bile bile yine de mutlu olmak.

10- Özellikle küçük çocuklar için olmakla birlikte kendini küçük hissedenler için kapının eşiğine ayaklarınla tırmanmak, en yüksek nereye çıkabileceğine bakmak. Bunu evdeki tüm kapılarda deneyerek en rahat nerde yapabileceğini bulmak ve orada çalışmaya devam etmek.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Mamma Mia!

Yorucu bir staj haftasının bitiminde yeni yazımla hepinize merhaba diyorum. Staj işleri ve ev bulma telaşı derken çok saygıdeğer stage-eater Gözde hanımefendinin doğum gününü de unuttuğumu farkettim. Huzurlarınızda kendisinden özür diliyor, geçmiş ve gelecek doğum gününü kutluyorum.

Cumartesi günü Serdar'la gittiğimiz Mamma Mia! filminden bahsetmek istiyorum biraz. Aslında film yerine müzikal desek daha doğru olur. Film başlamadan önce bildiğimiz romantik komedi tarzı bir film izleyeceğimizi sanıyorduk, zaten bizi filme çeken de Meryl Streep, Christine Baranski, Colin Firth ve Pierce Brosnan'dan oluşan müthiş kadrosuydu. Filmin başında başrol hanım kızımızın şarkısıyla kendimizi bir müzikalde bulduk. Daha sonra da Money Money Money, Dancing Queen ve Voulez-Vous ile 'aa ABBA' nidalarıyla filmi izlemeye devam ettik. Filmi izlerken Meryl Streep'e aşık olduk. Pierce Brosnan'ın karga sesine tahammül ettik. Yunan adasının karşısında gözüken kara parçası acaba Türkiye mi diye düşünemeden edemedik. Filmin sonundaki bis sahnesini ışıklar açıldığı ve herkes kalktığı için izleyemediğimizden üzüldük. Filmden çıkınca beklediğimizden farklı ve çok daha güzel, eğlenceli bir müzikal izlemiş olduk ve acı gerçeği de eve gidip de internete girince öğrendik. Meğerse Mamma Mia! zaten ABBA'nın şarkısı ve ABBA temalı bir Broadway müzikaliymiş, filmi oradan uyarlamışlar. Tabi bizim gibi ABBA ve müzikal cahili insanları bile çeken ve sonunda çok güzel tatlar bırakan bir film/müzikal eminim ki ABBA hayranlarını da tatmin etmiştir. Yada tam tersi, cahilliğimizden dolayı aslında kötü bir filmi güzel bulduk. Artık işin doğrusunu otoritelere bırakıyorum (O kabak kendini biliyor).

Stajla ilgili bir şey yazamıyorum çünkü 5 sayfa gizlilik belgesi imzalattılar. Misal, şantaja uğrarsak ne yapmamız gerektiğiyle ilgili bir madde vardı. O bakımdan bu konudan direk kısaca E.D.'ye geçmek istiyorum. Kısaca E.D. arkadaşımız bildiğiniz üzere Almanya'da staj yapıyor. Artık stajın sonlarına geldiğinden kısa bir Paris, Venedik, Roma turu yapmak istiyor ama bilmediği bir şey var, en sevdiği arkadaşı canı ciğeri olmadan bu gezi ona yar olmayacak. Bunu böyle bir kısaca E.D.

Son olarak da Betül hakkındaki yazımın çok övgü alması ve gelen çeşitli istekler üzerine bir sonraki yazımın sürpriz bir insan hakkında olacağını da söylemek istiyorum. Ankara'dan sevgiler.

2 Temmuz 2008 Çarşamba

RollerCoaster Tycoon

Malatya'ya gitme arifesinde bilgisayarıma ne yükleyeyim de oradayken ve daha sonra da Ankara'ya geçtiğimde sıkılmayayım diye düşünürken aklıma RollerCoaster Tycoon geldi. Bilgisayar oyunlarıyla az çok ilgilenen biri bu oyunu mutlaka duymuştur. 99'da çıktığında şans eseri bir arkadaş sayesinde tanışmıştım ve hala oynamaktan sıkılmıyorum. Bilmeyenler için oyunu kısaca anlatayım:

İsminden de tahmin edeceğiniz üzere oyunda bir lunapark kuruyorsunuz. Çarpışan otodan gondola, 3D sinemadan perili eve kadar herşeyi yapabiliyorsunuz. Ayrıca 20'den fazla rollercoaster'ları istediğiniz şekilde tasarlayıp içindeki trenlerin nasıl gittiğini izleyebiliyorsunuz. Oyunu anlatmaya devam edersem kelimeler yetmez. Hani 'anlatılmaz, yaşanır' diye bir tabir vardır ya, işte bu oyun da aynen öyle.

İlki tabi çok başarılı olunca oyunun 2.si de çıktı. Grafik motoru ve menü arayüzünün aynı olmasıyla birlikte yeni oyuncaklar (evet oyuncak demek istiyorum çünkü hakikaten oyuncak gibi ve çok eğlenceli), yeni dükkanlar ve de nispeten daha kolay bir inşa modu var. Bir kaç sene önce de son versiyonu 3 boyutlu olarak çıktı. İlkinden çok farklı bir tat verse de genelde kült oyunların 3 boyutlusu çıkınca başarısız olması gibi bir durum söz konusu olmadı ve daha gelişmiş yapay zeka ve grafiklerle, hemen hemen benzer ve daha kullanışlı bir inşa modu sayesinde yine çok eğlenceli bir oyun ortaya çıktı. 3. versiyonun en önemli özelliği de sanki rollercoaster ve diğer oyuncakları sürüyormuşuz hissi veren CoasterCam olayıydı. Daha sonra çıkarılan ek paketlerle oyun daha da eğlenceli oldu. Mesela ilk ek paketi sayesinde artık aqua park olayına da girebiliyorsunuz ki bir aqua parkı tasarlamanın yine ne kadar eğlenceli olduğunu anlatamam, yaşamanız gerek.

Ben tatil için yanıma 2.'sini aldım çünkü 3. versiyonu her ne kadar eğlenceli ve öncekilerden daha kapsamlı olsa da, 2.si kadar zevk vermemekle birlikte istediği grafik özellikleri nedeniyle de okulumun verdiği külüstür dizüstünde kağnı hızıyla ve dandik grafiklerle çalışmaktadır. Lunaparka gelen adamların pıtır pıtır yürümesi, rollercoaster'da aşağı hızlıca giderken çıkardıkları sesler, kusma efektleri... hepsi ayrı bir eğlence. Bu tür oyunlardan hoşlanıyorsanız ve de daha önce oynamadıysanız bence hemen bir yerlerden bulup oynayın, pişman olmazsınız. Aslında lunaparka gitmekten hoşlanmanız bile bu oyunu sevmeniz için yeterli bir sebep. Benim bu oyunu sevme nedenimse sanırım yükseklik korkumdan dolayı gerçek hayatta dönme dolap ve gondola bile binemeyişim olabilir. Ama bilgisayar oyunları da gerçek hayatta yapamadığımız şeyleri yapabilmek için değil midir zaten?

29 Haziran 2008 Pazar

Betül

Yoğun istek üzerine ilk yazımın konusu Betül.

Betül benim liseden arkadaşım. Hazırlıkta aynı sınıfta olmamız dışında başka bir şey hatırlamıyorum. 1. sınıfa geçtiğimizde kader ağlarını ördü ve Betül'ü karışık sınıfa attı, yada beni C'ye attı ama biz orjinal B idik orası ayrı. Lise boyunca hafif tombuldu, kendisi öyle diyor en azından. Bakınız yasak foto: (soldan sağa paralel evrendeki E.P. , G.B. , D.E. , BETÜL ve Z.T.)



ve son doğum günümde çekilmiş bir fotoğrafı: (Bu fotoğrafı seçmemim nedeni Didem'in elinde çoraplarıyla ve tüm gün bir anne edasında dolaşması neticesinde çok komik bir poz vermiş olması)


İki resim arasındaki 11 farkı bulabilirsiniz.

Herkes tarafından 'eli maşalı' olarak anıldı yada şu anda bunu uyduruyorum. Lise bittiğinde o artık geleceğin doktoru olma yolunda ilerliyordu. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. Artık benim tarafımdan merdane teyze olarak anılıyordu. Betül'ün doktor olacağı fikri bir çok arkadaşının kafasında 'zavallı hastalar' anafikirli düşünceler belirmesine neden oldu. Çünkü Betül'ün 'merdane teyze' yönü hastalarına bağırıp çağırmasına, yeri geldiğinde dövmesine neden olabilirdi. Merdane teyze ismini bir msn smilisinden aldı. İşte o smili:

Betül başta kızsa da bir süre sonra bu ada alıştı. Zaten son zamanlarda da merdane teyzelik hallerinden uzaklaştığı için bu adla pek anılmadı. Zavallı hastalar anafikirli düşüncüler de yavaş yavaş arkadaşlarının kafasında kayboldu.

Betül şu anda 3. sınıfı bitirmiş durumda. Doktorluğu yarıladı. Gönlünce gezip eğlendiği zamanlar ile sınavlarına çalışması gerektiği zamanlar ilginç bir biçimde hep aynı saat dilimlerine denk geldi. Ama o son sınavını da verdi. O yüzden artık tüm yaz boyunca dizi ve film izleyecek. Sponsoru da benim harddiskim.

Betül ile ilgili kısa kısa:
-Msn sohbetine "Kuşçu bana dizi çek" ile başlar.
-The Simpsons'a bayılır.
-Lie detector'e sonsuza kadar gülebilir.
-Burcu Güneş şarkısı eşliğinde halay çekebilir.
-Futurama'yı sevecek (gönülden inanıyoruz).
-Komplocu kuaförler olmasa şu anda saçı beline kadardı.
-Ona kırmızı çok yakışıyor.
-Mutlu ile bir araya gelmesi tehlikeli ve yasaktır. (bkz. iki doktor sohbeti)
-Sonsuza kadar Kuşçu'nun arkadaşı.

Not: Bugün tekrardan Amelie'yi izledim, belli olmuştur heralde.